Paspartu Jean derler. Övünmek gibi olmasın ama tuttuğum her işin üstesinden gelirim de ondan. Herkes beni dürüst bir insan olarak tanır. Yalnız doğruyu söylemek gerekirse, şarkıcılık, canbazlık ve jimnastik hocalığına kadar her işi yaptım. Şimdi ise maksadım, sakin bir hayat sürmek. ‘Paspartu’ adını unutmak.”
Phileas Fogg:
“Paspartu fena isim değil…” dedi. “Seni bana tavsiye eden dostlarım, hakkında iyi şeyler söylediler. Ne işi yapacağını biliyorsun, değil mi?”
“Evet efendim.”
“Peki, saatin kaç?”
Paspartu, cebinden gümüş bir saat çıkarıp bakarak:
“On biri yirmi geçiyor efendim…” dedi.
“Evet ama saatin tam dört dakika geri. Neyse, farkın ne kadar olduğunu anladık ya, o da yeter. Şu hâlde 2 Ekim 1872 Çarşamba günü sabah saat on bir yirmi dörtten itibaren benim hizmetimdesin.”
Phileas Fogg sonra şapkasını alarak dışarıya çıktı. Paspartu, sokak kapısının açılıp kapandığını işitti. Yeni efendisi dışarıya çıkıyordu. Kapı ikinci kez açılıp kapandı. Şimdi de kendisinden önce bu evde uşaklık eden James Forster sokağa çıkmıştı.
Paspartu böylece Saville Row’daki evde yalnız kaldı.
Paspartu, yeni efendisini incelemek imkânını da bulmuştu. Bay Fogg, kırk yaşlarında kadar olmalıydı. Asil ve güzel bir yüzü vardı. Biraz şişmancaydı ama bu, ona yakışıyordu. Tam bir İngiliz centilmeniydi. Bay Fogg, sakin ve soğukkanlıydı, kronometre gibi dakik ve hassas bir adamdı. Paspartu’ya gelince o, arsız, yüzsüz, utanmaz bir adam değildi. İyi bir insandı, sevimli bir yüzü vardı. Yumuşak başlıydı, herkese yardıma hazırdı. Koyu kumral saçları daima biraz dağınıktı. İçi dışı bir, samimi bir çocuktu. Acaba Paspartu, efendisinin aradığı cinste, her işi eksiksiz, saniyesi saniyesine gören bir uşak olabilecek